29 Mayıs 2012 Salı

31 MAYIS PERŞ. ATOLYE

merhaba,

31 mayıs perş. atölyesine dün konuştugumuz herseyin düşünülmüş ve hazırlanmış olarak gelmesi gerekiyor. Son ders oldugu için bu şart.

eksik gelirse, teslim yapmanıza gerek olmayabilir !

24 Mayıs 2012 Perşembe

JURİ ÜYEMİZ: HARVEY :)


DAVID HARVEY önce İstanbul ardından Ankara’da

DAVID HARVEY, Sel&Metis işbirliğiyle önce İstanbul ardından Ankara'da
9 Haziran Cumartesi, saat:15.00, “Kapitalizmin Krizi ve Kentsel Mücadele”, Bilgi Santral Kampüsü, Mimarlık Fakültesi, E-3, 101
12 Haziran Salı, saat:18.30, “Sermayenin Sınırları ve Antikapitalist Hareket”, Bilgi Dolapdere Kampüsü, Büyük Salon
13 Haziran Çarşamba, saat:17.00, “Crises of Capitalism and Urban Struggle”, ODTÜ Kongre Merkezi, A Salon

18 Mayıs 2012 Cuma

SEKA VE TAVŞANTEPE GRUBUNA

her iki grubun da bugün ve haftasonu çok yoğun çalışarak pzt. gunune çalışmanın ana strüktürünü tamamlamaları ve grup için kendi görev-sorumluluklarını tanımlamaları gerekiyor -tıpkı edilia'nın kendisi gibi-.
düşündüklerinizi ifade edememek çok ciddi bir eksik. bunun için blogda pelin'in eklediği linkleri dikkatlice ve birlikte inceleyin. biz buradan çalışmalarınızın gelişim sürecini takip ediyor ve bekliyor olacagız.

FİNAL ÇALIŞMASI


11 Mayıs 2012 Cuma

umut mekanları ve harvey hk.

Barış Yıldırım, “Amerika’da bir İngiliz Marksist”, Virgül, Temmuz 2008

Marksist coğrafyacı ve toplumbilimci David Harvey acaba Amerikalıların pek çoğunun gözünde anlaşılması güç bir varlık, anakronik, karmaşık bir dil kullanan bir akademisyen midir, diye sormadan edemiyorum.
Londra’nın dışında bir kasabada büyüyen, babası limanlarda çalışan Harvey, burslu olarak Cambridge’e girip doktorasını tamamlamış. Harvey, asıl alanı olan coğrafya disiplininde çok atıf alan eserler yazdıktan sonra (örneğin Sosyal Adalet ve Şehir),The Limits to Capital’ında (Sermayenin Sınırları, 1983) Marx’ın dışarıda bıraktığı “uzam” unsurunu teoriye katarak “tarihi/coğrafi” materyalizm kuramını geliştirmiş. Türk okuyucu ise Harvey’i Postmodernliğin Durumu adlı, şaşırtıcı biçimde bestseller haline gelen çalışmasından ve neoliberalizme karşı şiddetli eleştirilerinden tanıyor. “Liberalizm” deyince akıllarına insan hakları ve ifade özgürlüğü gelen Amerikalıların büyük kısmı, Harvey’in neden neoliberalizme öfke içinde olduğunu anlamıyor olabilir. Ama Harvey bıkmadan usanmadan, kırk yıla yakın süredir Marx’ın Kapital’inin birinci cildi üzerine seminer düzenliyor; diğer taraftan da, uzun süredir yaşadığı ve incelediği Baltimore kentinde öğrenci hareketine ve yerel mücadelelere destek veriyor.
Geçtiğimiz aylarda yazarın Umut Mekânları adlı kitabı yayımlandı. Kitap, toplumbilimden mimariye uzanan geniş kapsamıyla ciddi bir olgunluk dönemi eseri: Harvey kitapta, uzun soluklu Marksizm okumalarıyla aktivist pratiğinin tecrübelerini birleştirmiş diyebiliriz. Kitabı, neoliberal saldırılarla birlikte işçi sınıfının yeniden XIX. yüzyılın barbar kapitalizmiyle karşı karşıya olduğunu ve bu nedenle Marx’ın her zamankinden daha güncel olduğunu söyleyerek açıyor. Ancak Manifesto’ya önemli bir itirazı, işçileri üretim süreçlerinde bir araya getiren kapitalizmin aynı zamanda onları durmadan uzamsal ve kültürel ayrılıklar temelinde böldüğü gerçeğini yeterince vurgulamaması. Günümüz dünyasında dünya işçileri arasındaki farklar, ortak bir emek hareketi yaratmayı son derece zorlaştırıyor:
[İ]şçi sınıfı hareketi, burjuvanın uzam üretme, uzam üzerinde hâkimiyet kurma, yeni bir üretim ve toplumsal ilişkiler coğrafyası yaratma gücüne karşılık vermeyi öğrenemezse, güçlü yerine zayıf konumda oynamaya devam etmek zorunda kalacaktır. (s. 68)
Yazar, tırnak içinde kullandığı “küreselleşme” yerine “eşitsiz coğrafi gelişme” ifadesini de bu yüzden öneriyor. (s. 91) Raymond Williams’ın “militan tekelcilik” kavramındaki gibi, farklı gelişme düzeyindeki yerel mücadeleleri genel mücadeleye eklemlemekten, evrensel bir antikapitalist harekette birleştirmekten dem vuruyor Harvey. Ona göre, bu evrenselci kaygı, Marksizmin tarihsel anlamda güçlü yanlarından biri.
İzleyen kısımda Harvey, bu sefer tamamen mikro düzeye geçerek beden siyasetini ele alıyor:
İnsan bedeni, içinde ve etrafında sosyo-ekolojik güçlerin değer tahsis etme ve temsiliyet için çarpıştığı bir savaş alanıdır. (s. 147)
Her ne kadar Harvey burada Marksizmde eksik olan beden politikasını Foucault ve benzerlerinden feyz alarak tamamlama niyetiyle yola çıksa da, bölüm diğerlerine göre daha cılız, ve asıl olarak, Marx’ın Kapital’inde de bir beden teorisi bulunduğunu kanıtlama çabası ekseninde kalıyor.
Kitabın asıl ilginç bölümleri, son iki kısım. Bir söyleşide dediğine göre Harvey, İngiltere’de 1968 başlarında, aslen İşçi Partisine meyilli bir akademisyenken, tamamen kitap yazmakla meşgul olduğu için Avrupa 68’iyle pek yakından ilgilenememiş. İlginçtir, ABD’ye gelip Baltimore’a yerleştiğinde, yerel öğrenci hareketi ve Martin L. King’in öldürülmesi bağlamında politize olmuş. İşte üçüncü kısımda da, çok iyi bildiği Baltimore kenti özelinde bize bu muhalefet dalgasının nasıl geri döndüğünü anlatıyor. Hegel idealizmiyle Reagan/Thatcher neoliberalizmi arasında ilginç bir bağlantı kuran yazar (“ilerleme kaçınılmazdır ve alternatifi yoktur” fikriyatı, s. 217), ütopik “serbest piyasa”yı inşa etme ideolojisinin Baltimore’da nasıl sanayiyi çökerttiğini ve kent merkezini yoksullaştırdığını anlatıyor. Buna paralel, burjuva mimari ütopyacılığıyla da, orta sınıflar banliyölerde ideal kentler kurarken, kent merkezi köhneleşmeye terk ediliyor. Özetle “ütopya” karşı ütopyaya dönüyor: Johns Hopkins gibi dünyanın en iyi tıp kurumlarının yanı başında yoksul evsizler yatıyor. Serbest piyasa ütopyasını “yapıbozumu”na uğrattığını söylediği Marx’a koşut, Harvey de, bu eşitsiz coğrafi gelişme sürecinin derinleşmesini gösteriyor.
Kitabın en sıra dışı, belki de en başta okunması gereken yanı da, izleyen ek: “Edilia” ütopyası. Fantezi ülkeler tasarlamanın daha çok Le Guin gibi edebiyatçılarca üstlenildiği günümüzde, Harvey oldukça ilginç bir ütopik dünyanın toplumsal ve coğrafi örgütlenmesini çiziyor: Rönesans dönemi ütopyacıları gibi, bir rüya içinde anlattığı bu ülkeyi kendi deyişiyle “diyalektik ütopyacılık”la kurguluyor ama. Ekten önce, “asi mimarlar” olarak hepimiz bu ütopyanın tasarımına davet ediliyoruz ve bu uzun vadeli tarihi/coğrafi devrim perspektifinde (s. 309) kapitalistlerden eksik kalmayacak şekilde risk almaya çağrılıyoruz:
[Kapitalizmin] tarihi coğrafya[sı] sayısız spekülatif eylemle, risk almaya ve bu riskler yüzünden bozguna uğramaya hazır olmakla yaratıldı zira. Emekçiler (...) olarak bizler, çok haklı sebeplerden ötürü “zihinsel cesarete sahip değiliz”; ama kapitalistlerin cesareti neredeyse hiç eksik olmadı.
Çünkü son kertede kapitalist sistemi ileri iten şey kapitalistlerin “hayvani enerjileri”, “spekülatif tutku”larıydı.
Harvey de spekülatif enerjisini, 2020’de gelen bir dünya devriminin ardından kurulan, ailenin yerini kolektivizme bıraktığı, piyasanın ve devletin ortadan kalktığı, çevreyle barışık, enerjide kendine yeterli, kadınların özellikle cinsel anlamda baskın hale geldiği ve bence en güzeli de “hayatın hızlanmak yerine yavaşladığı” gezegen çapında bir ütopya yazmaya hasretmiş. Bu son derece gerçekleştirilebilir fantezi dünyası, Marx’ın hiçbir zaman açma fırsatı bulamadığı komünist toplum ideali için ilginç bir öneri. Ütopyayı okurken, bunun aslında kitabın en başına konması gerektiğini düşündüm; Amerikalıların ve elbette akademisyen olmayan çoğu insanın, komünizmin günümüzdeki güncelliğini anlaması için en iyi yöntem, teorik elkitapları yerine gerçekçi ama yaratıcı kurgular olabilir...

4 Mayıs 2012 Cuma

VİZE PAFTALARI

çocuklar, vize paftalarını bloga eklememiş olanlar hemen eklesin lutfen. ayrıca çalışmalarınızı isimleriniz altına kaydederseniz karışıklık olmaz. hadi bakalım.