David Harvey Ne Anlattı? 2 (Bilgi Üniversitesi'ndeki 2. Konferans)
Açıkçası birinci konferans beni çok etkilediğinden ikinci konferansta biraz aşırı beklentiyle gittim diyebilirim. Gerçi yine tatmin oldum ama Das Kapital'i başından sonuna okuyup bitirmemiş olsam daha eğlenceli olabilirdi. İlk konferansta anlattıklarından tekrar ettiği birçok şey de vardı ama onları zaten yazdığım için tekrar buraya yazmaya gerek yok. Ha üstelik bu sefer soru bile sordum. Yazının sonunda o soruyu ve Harvey'in veridği cevabı da yazacağım.
Ya bilmem sadece ben mi öyle görüyorum ama David Harvey inanılmaz derecede Şirin Baba'ya benzemiyor mu? (Ne de olsa ikisi de marksist sayılırlar.) Gelelim babanın söylediklerine:
Marx'ın aktivizmi, ekonomi-politik alanındadır. Marx daha çok siyasal iktisat ve tarih alanlarıyla ilgilenmişti. Bugün dünyayı anlamaya çalışırken sosyolojik teorileri ne yapacağız? Sosyal dünyayı ve onun görüntüsünü nasıl analiz edeceğiz? Buna Marx'ın cevabı Sermayenin Hareket Yasaları olmuştu. Marx varolan teoriyi değil kendi siyasal iktisat teorisini geliştirmişti.
Peki bunun tarihle ilişkisi nedir? Luis Bonaparte hang iktisat yasasının sonucunda iktidar oldu. Bunları aslında düşünmek gereksiz. Bugün siyasal iktisat ve tarihi bir araya getirebileceğimizi Marx'tan anlıyoruz.
Marx'ın tüm literatürü, Kapital, Grundrisse, Felsefenin Sefaleti, Manifesto, Artı Değer Teorileri gibi binlerce sayfa tutan el yazmaları ve kitaplarından ne anlayabilliriz? Bunu bugünkü dünyayı anlamak için nasıl kullanabiliriz?
(David Harvey soru cevap bölümünde kendisinden sihirli çözümler sunmasını bekleyen bizlere, bir şehirci, bir antropolog olarak benim amacım Marx'ı geniş kitlelere berrak bir dille anlatmak, geniş kitlelerin onu anlamasını sağlamak, siz de bu bilgileri dünyayı anlamanıza yardımcı olacak araçlar olarak allıp kendi çözümlerinize ulaşacaksınız, dedi. Gözümde bir kez daha büyüdü. Keza Marx ve Engels de asla bilimin dışına çıkmamaya gayret etmişler, sorgulanabilrliği, eleştirel düşünceyi her şeyin üstünde tutarak dogmalar yaratmaktan kaçınmışlar ve teorinin pratiğini okuyucularına bırakmışlardı. M. T. K)
O zamanlar Marx'ın bu konuda yapabildikleri kısıtlıydı.
1. Düzeyde insanın doğa ile ilişkisi boyutunu ele alalım. Bu doğa ile ilişki konusuna marx neredyse hiç girmiyor. (Bu yüzden çevrecilerden birçok eleştiri alsa da, ben bu konuda ormanlar ve çevrenin gördüğü zararlar üzerine birkaç paragraf hatırlıyorum. M. T. K.) Bu konunun çok üzerinde durmamış, O bu olguyu yalnızca arkaplan olarak görmüştü. (Çünkü diğer vülger iktisatçıların aksine, Marx kapitalizmi insan doğasının bir sonucu, doğal bir sistem olarak görmüyor. Kapitalizm, bir ara aşamadır yalnızca. M. T. K.) O Kapitalimin doğallığına karşı çıkıyor.
2. düzey ise üretim düzeyi. İlk anlamda, sermaye tarihin bir ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Özel mülkiyet ve sermayenin hareket yasaları, genel ve tüm tarih boyunca varlığını sürdüren ya da sürdürmüş yerçekimi yasaları gibi değildirler.
Üretim hegomonik bir kavramdır (Baskının, ezenlere boyun eğmenin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. M. T. K.) Kar yaratma amacına ulaşmak için tek bir aracı vardır. O da artı değer üretimidir. Artı değer üretimi ise bir sınıfın egemenliğini devretmesiyle, üretmin ilişkilerinin ticareti sonucu oluşur. Biz buna kısaca Sömürü diyoruz. Marx'ın Kapital'inde açıkça belirttiği olgu, bugün hakim olanın artı değer üretimi olduğudur. (Her şey buna göre işler, buna göre çalışır, gemiler denizde bununla işler, bunu hedefler. Sistemimizde bundan bağımsız olan herşey kapitalizmin işleyişine terstir. M. T. K.)
Sistemin bölüşüm, mübadele ilişkileri tikelliğin evrenini oluşturur. (Yani yanlızca olgunun bir kısmını yansıtır M. T. K) Kapital'de emeğin değer üretiminden aldığı pay bile kısıtlıdir. Marx ücretlerin belirlenmesine 2 sayfa ayırmıştır. Ücret oranını sabit olarak alır, saat veya parça başı ücret verirsen, emekçinin kendisi için çalıştığı saat oranı ücrette gizlenir. Sermayenin bölüşümü de yoktur. O da 3. Cildin sonuna doğru ortaya çıkar. 2. Cilt zaman, üretim dinamikleri hakkındadır, onda da krediden hiç bahsedilmez. Sabit sermayeyi incelerken Kredi sisteminden faizden asla bahsetmez Marx. Bu konuyu kesinlikle burada ele almam der.
Arz, talep dengeye geldiği zaman hiçbirşey açıklanamaz, üretim ilişkisi yoktur. Fiyatlar rekabet, ya da spekülasyondan değil saf bir şekilde emekten, emeğin saf değerinin cisimleşmesinden meydana gelir. Marx piayasadaki dalgalanmaları reddetmez. Geleneksel ekonomistler buna şaşırırlar ancak Marx ısrarla bu konulara girmez ve rekabeti bile görmezden gelir. O bilimsel deneylerini kapitalist sermayenin tam rekabet halinde ve tekelsiz olduğu (varsayalım ki ile başlayan paragraflarında) bir ekonomi üzerinde yapıyor. Sermaye bazen merkezileşir, rekabet sadece dayatan güçtür, bizi analiz dışına çıkarır der Marx. Kapitalizm tekele doğru gider dediği halde bu olguyu anliz etmez.
Gründrisse'de tüketimi ve bununla ilgili bazı parçaları ele alır. (Herkes spinozacı, demiş Harvey, ben diyor, spinozayı reddetmiyorum, ama neden okuyayım ki, Marx'ı anlamak için Spinoza, Spinoza anlamak için başka bişey okumayı doğru bulmuyorum, ama isteyen okumakta serbest diye ekliyor Harvey. M. T. K.) Ekonomik sistemin bu fonksiyonları bu noktaları içine almıyor, sistem kaotik ama Marx'ta bu tüketim toplumu teorisi yok. (Çünkü bu sağlıklı, bilimsel ve refaha uğraştıran bir şey değil, sadece saçma bir çıkmaz sokak. M. T. K.)
Tüketim bugün, %70 oranında ABD'de. Bugün ele aldığımız şeylere bakarsak ve Marx'ın neyi başarıp, neyi başaramadığını incelersek, O sermaye birikiminin kurallarını yazmış, birçok şey öğretmiş, üretimin herşeyi yönettiğini belirtmiş ama örneğin sosyalist isveç veya zalim kapitalist şili örneklerinde olduğu gibi değer üretimi varsa sistemin iyi bir şekilde çalışacağını söylemiş.
Harvey diyor ki; eğer bir şeyler üretemiyorsanız, iç çelişkiler, iç devrimlere yol açacaktır. Bu nlar için iki adet yöntem mevcuttu, bir yandan devlet kapitalizmi (2. Dünya savaşında ABD'de, veya 1990'a kadar Sovyetler Birliğinde uygulanan sistem M. T. K.) ya da neoliberalist politikalar. Marx'ın dehası, sermayenin hareket yasasını anlamak için özel durumlardan soyutlamasından ileri gelir.
O işin özünü yakalamıştı. Onun dediklerini bugün kavrayışımızın önemi bu. Marx'a yapmadığı şeyleri de yaptırmayacağız. Örneğin artı değer sermaye birikiminin tamamını kavramak ve anlamak için yeterli değil.
Aslında Marx bugünkü siyasi iktisatın uyguladığı metodu, Gründrisse'de 20 sayfa boyunca eleştiriyor. Dünyayı anlamak istiyorsanız, her durumu bütünde bir araya getiren metodu bulmak gerekiyor. (Marx'ın yaptığı, kapitalist sistemi, sermayeyi derinlemesine incelemek, onun özünü, işleyişini, kurallarını analiz etmek ve gideceği yolları da sonuç olarak almaktı. Marx asla romantik bir şekilde iyi niyetleri sonucu bir şeyleri söylemedi, o akıl ve pozitif bilimlerin ışığında vardığı sonuçları söyledi sadece. M. T. K)
O, ben size bir şablon veriyorum diyor. Sistem diyalekitk ilişkisel tarz içinde bir bütün halinde değil, kendi zayıflığını da içinde barındırıyor. Bir sistemi anlamak için, önce analiz edip, sonra diyalektik eleştirisini yapacaksın.
Burada Harvey önceki konferansında bahsettiği kentsel dönüşüm ve paris'in yeniden inşası konusunu tekrar ediyor. Diyor ki, eğer bir bina rant getirmez hale geldiyse yıkılacak. Bütün bunların insanları şaşırtması çok ilginç, çünkü kahrolası sistem tamamen bunun üstünde yükseliyor.
Tüketimi anlamak gerekiyor. Tüketimin canlanması için parisin yıkılıp yeniden yapılması, bu örneği 1929 buhranından sonra aynen alıp krizden çıkmak için kullanan ABD'ye ilham vermiştir. Her yere bulvarlar, AVM'ler, sokak kafeleri, dükkanlar, siteler yapmanın tek amacı, tam istihdamın hedeflenmesidir.
2007 – 2008 yıllarındaki tüketim patlaması anlaşılmadan finansal kriz analiz edilemez. Marxist dostlarım çok mutlu oldular. Biz zaten biliyorduk diyorlar. İşte! Kar oranının düşme eğilimi yasasının sonucu! Marxist iktisatçılar da herşeyi sermayenin hareket yasalarıyla açıklamaya uğraşırken, bölüşüm, tüketim, sistemin belli koşullar altında ortaya çıkan özel sonuçları (tikellikler) üzerine birşeyler söylemezler.
Peki o zaman bugün biz ne yapacağız? Sorunun karakterinin ne olduğunu iyice anlamak, antikapitalist mücadelenin olanaklarını düşünmek için, varolan sistemi iyice tahlil etmek gerekiyor.
Direnişin tarihine baktığımızda, direnişlerin 10-15 sene sürüp sönümlendiğini de görüyoruz. Örneğin 1870'lerde kentsel dönüşüme karşı direniş. Direniş ve mücadeleler bir süreliğine alternatif yaratırlar ve hakim durumun içine emilirler. Marksist teorinin konuşmasına kulak verdiğimizde sermayeye karşı olmak için sermayeyi iyi anlamamız gerektiğini anlıyoruz.
Sermayenin dolaşım sürecine baktığımızda, onun klasik para, emek, makina, meta ve bunların satışlarıyla varolduğunu görüyoruz. Dolaşımın bu parçaları, sermayenin döngüsü ve emeğin çevrimi, hepsi birbirine bağlıdır. (P-M-P' ya da M-P-M' olarak M. T. K.)
Sermaye nedir? Para mıdır? Emeğin alınıp satıması mıdır? Hayır. Para değildir. Emek alış satışı da değildir. Sermaye özgür olarak hareket eden emek gücünden başka birşey değildir. Emeğin ürününe ve artı ürününe (yani maaş değerinin üretilmesinden arta kalan emek zaman miktarına M. T. K) başkası tarafından el konulmasıdır. Eğer sermayenin egemenliğini yıkmak istiyorsak, artı değer üretimini durdurmalıyız. Antikapitalist olmak için, heryerde olan bu sömürüye karşı koymak gerekiyor.
Sermaye dinamik bir olgudur. Aslında her yönü ile olumsuz da değildir. Bugün sermaye 100 yıldır ihtiyaçlarımızı sağlıyor. Peki ne yapacağız, sermaye ürünlerini reddedip, ortaçağa mı gideceğiz? Ateşle mi ısınacağız? Sermaye bize şu anda çok güzel şeyler de veriyor. Örneğin bilgisayarlarımızı, cep telefonlarımızı sırf sermayenin ürünü diye çöpe mi atacağız. (Bu hem basit, hem de ahmakça bir hareket olurdu. M. T. K.) Bu tarz ahlakçı, idealist düşüncelerle devrime ulaşmak mümkün değildir.
Peki neden sermayeye karşıyız ve bütün bunları düşünüyoruz? Artı değer üretiminin en belirgin özelliği sürekli büyümek zorunda olmasıdır. Sermaye büyümezse kar diye birşey olamaz. Günün sonunda, günün başında sahip olduğundan daha fazlasına dahip olmak ister, yoksa yaşlanır. (Elde ettiği gençlik iksiri, sömürdüğü kişilerin gençliğinden onları yaşlandırıp yok etmesinden, onları tüketime mahkum etmesinden ileri gelir. M. T. K.) Sermaye bu dürtüler tarafından yönetilir. Elde edilen kar, günün sonunda yatırıma gitmelidir. (Yoksa küçülme, depresyon, kriz hastalıkları ortaya çıkmaya başlar. M. T. K.) Yılda %2 – 2,5 büyürse rahat nefes alır. Basın bileşik %3 büyüme rakamlarını gördüğünde sevinir.
Şimdi yatırım fırsatları açısından son 100 yılın en büyük sorunlarının şafağındayız. Son 30 yılda sermaye artık nesne üretmye yanaşmıyor, hayali sermaye lafızları üzerinden zıplamaya çalışıyor. (İşte Marx'ın başta analiz etmeyi reddettiği kumar buydu. M. T. K) Sermaye karbon fiyatları, vadeli piyasa balonları gibi spekülatif kurumlarla hiçbirşey yapmadan çok büyük paralar elde etme hayaline kapıldı. New York şehrinde %1, yılda 3.7 milyar dolar kazanırken, %50, 30.000 doların altında bir para kazanıyor. Hisselerin dalgalanmasından 20 milyar dolar kazanan şirketler var. (Peki bu para nerden geliyor, nereye gidiyor? M. T. K.)
Bugün siyasi iktidar olmak için zengin olmaktan başka bir yol yok. Seçim kampanyalarına Obama bir daha seçilmesin diye milyarlarca dolar aktarılıyor. Para seçimi kazanır, yargı, yürütme ve parlementoyu kontrol eder. Bugün dünyada demokrasi değil, plütokrasi yani zenginlerin idaresi mevcuttur.
Tüm bu devasa servetine karşılık günümüzün sorunlarına küçücük bir çare üretmekten aciz. Yoksulluk, çevre, eğitim gibi şeylerle değil, sadece ebedi %3 büyümenin sürdürülmesinden başka hiçbir şeyler ilginenmemektedir.
Alternatifler ne olabilir? Kendi ürününü üreten birlikler mi? Para ve üretim döngüsünü kontrol etmezseniz, bu yenilikçi adımlar da (tıpkı direnişler gibi M. T. K.) geriye doğru gidebilir. Sermaye tarafından para kullanımı devam ettiği sürece radikal dönüşüm olması olası görünmüyor. Keynesin ilginç genel teorisi mühürlü paradan söz ediyor. Parayı geçerli hale getirmek için varolması gerekn para olgusu, toplumları harcamaya teşvik ederek tasarruf yapmayı olanaksız hale getiren bir para.
Antikapitalist hareket bu noktada ne yapacaktır? Günümüz sendika sisteminden tamamen farklı olan bir örgütlenme biçimine gitmek gerekiyor. Antikapitalist mücadele ebedi sermaye birikimine yerinden etmek zorundadır. Burjuva üretimi, yani üretim için üretim terinin durdurulması için mücadele etmek gerekiyor.
Bugün bu tarz bir kitle hareketi çok uzak bir gelecekte gibi görünebilir ama hayal gücü olmadan prıoblem çözmek mümkün değildir. Öncelikle varolan problemlerin çözümünü bizim hayal etmemiz gerekiyor. Marx'ın önemi bundan ileri geliyor. Bütün o fetiş görüntüsünün altında (gökdelenler, mallar, ürünler, teknolojik cep telefonları vs. ) yatan meseleye eğiliyor. Bunun çağdaş durumda nasıl işlediğini belirleme görevi Antikapitalist harekete düşüyor.
Benim sorduğum soru:
M. T. K: Mutlu Tevfik Koçak, Bilgisayar Mühendisiyim ben. PHP uzmanıyım. PHP bildiğiniz gibi bir programlama dili. Bu programlama diliyle biz yazılımlar üretiyoruz. Hepimizin bildiği facebook bu programlama diliyle yazılmış. Bu programlama dilinin bir özelliği var, bu programlama dilini oluşturanlar, bu çalışan programların kodlarını internetten açık olarak paylaşıyorlar. Bu açık kaynaklı yazılımların sonucu olan birşey. Örneğin wikipedia açık kaynaklı, herkesin katkısını yaptığı ansiklopedi, Linux dediğimiz herkesin ortaklaşa kullandığı, ortaklaşa ürettiği yazılımlar var. Bunların lisansları serbest, özgürce çoğaltılabilir ve herkes tarafından üretimleri yapılabilir. Ben bunun gelecekte ulaşmak istediğimi ekonomik sistem, yani toplumun kendi ürünlerini kendisi üretmesi ve sömürünün yani artı değerin ortadan kaldırılması (artı değer üretimi sadece verilen hizmetlerden elde edilebiliyor.) sisteminin bugüne ulaşan yansıması olduğunu düşünüyorum. (Bunun en son örenklerinden birisi de Wikileaks.) Ben bu dinamiklere bugünden sahip olan toplumun, Marx ile paralel bir şekilde bu yöne doğru gittiğini düşünüyorum. Yanlız şurada benim çözemediğim bir nokta var. Bunu sormak istiyorum. Biz bu üretimi yaparken, bilgisayar mühendisleri ya da yazılımcılar olarak, hediye ediyoruz, maddi karşılığını beklemeden üretiyoruz. (Bu olguya Linus Torvalds'ın çok güzel bir cevabı var. Kendi bencil ihtiyaçlarımız, yani kod yazmaktan keyif aldığımız, çalışan birşeylerden haz aldığımız için bunları yapıyoruz diyor. M. T. K.) Açık kaynaklı bir şekilde değer yaratıyoruz. Örneğin Linux, Linux vakfı tarafından ( veya Firefox, Mozilla Vakfı tarafından geliştiriliyor.) dünyanın en büyük kapitalist şirketlerinden IBM buna 1.2 milyar dolar para hibesi yaptı. Benim anlayamadığım nokta şu: Biz bir toplum kesimi, bir işçi sınıfı olarak üretim araçlarının mülkiyetine sahibiz ve bu değişimi gerçekleştirmeye başladık. Ancak üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmayan kesimler bu dönüşümü, bu değişimi nasıl yapacaklar bunu sormak istiyorum.
David Harvey. Bu yazılım sorusuna şöyle cevap vermek istiyorum. Bu alanda gerçekten çok ama çok etkileyici şeyler oluyor. Benim Marx sınıfımda olan şeyler çok hoşuma gidiyor, şu anda web'de ve wiki formunda ve herkes makaleleri çevirebiliyor. Her dilde altyazılar eklenebiliyor. Şimdiden 37 dile ulaştı ve İşte! Bu fantastik bir olay! Ama üzerinde konuşmak istediğim olay, bilgisayarınızı kim üretti? Çalışma koşulları nelerdi? Shenzen'de çalışmak nasıl, neden işçiler intihar ediyorlar? Ne yapılması gerektiği ile ilgili bir cevap olması açısından her şeyi sistematik olarak görmek gereken bir kavram var. Bütün bu şeyler, sihirli bir şekilde ebay'den gelmiyor. Ve bu üretim süreçlerinin bedelini ödeyen insanlar var. Berbat üretim koşullarında çalıştıran ve sömüren yapılar var. Bilmiyorum. Cep telefonları nerden geliyor? Nasıl bir çalışma süreciyle üretiliyor? Cep telefonlarınızı üreten kişilere karşı nasıl bir sorumluluk hissediyorsunuz? Sınıfıma sorduğum sorulardan biris de bu. Kahvaltınız nereden geliyor? Hadi araştıralım. Bazıları diyor ki işte süpermarketten aldım. İyi de süpermarkette şeker kamışı yok ki? O zaman nerden geliyor? Biliyorsun, sonra onlar kendilerini dominik cumhuriyetinde, neredeyse hiçbirşey için çalışan ve şekerin aslında 1 sent gibi rakamlara üretildiği ve süpermarket raflarına ulaştığı ve hakkında birşey bilmediğimiz bir yerde buluyorlar. Ve bu soruyu tekrar sorduğumda, işte ben bugün kahvaltı yapmadım! diye cevap veriyorlar. Soru sormamdan bıkmış bir şekilde. Başlık işte tam da bu nokta. 3 hafta boyunca yediklerinizin nereden geldiğine bakın. Olumsuz olarak baktığım noktanın dışında, çok etkileyici muazzam olanaklar var. Ve bu olanaklar nasıl başka yapılarda oluşturulabilir? Belki dayanışma ekonomilerine doğru gidebiliriz. güney amerikada kriz zamanı ortaya çıkan kriz yüzünden terkedilmiş ve kooperatifler tarafından işgal edilip işletilen fabrikalar var. Ve onlar da bi girdilerini bu elbirliğinden alan dayanışma ağları oluşturmaya başladılar. Elbirliği ile işletilen tarlalardan gelen buğdayı işlediler. Ama bu akışı koordine etmek için iyi bir yönetişim gerekiyor ve kaptalizmin ortaya çıkardığı inovasyonlardan örneğin tam zamanında (just in time systme) üretimin kullanılamsı gerekiyor belki de. (Açıkçası başta söyledikleri beni biraz hayal kırıklığına uğratsa da en son söylediği iyi yönetişim içinin açık bilişim sistemleri tarafından yapılacağına ve bunun da bizi sosyalizme götüreceği sonucunu bilimsel olarak görüyorum. M. T. K.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.